Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
.
Fırat BAYAR*
_____________________________
GİRİŞ
Küreselleşme, son yirmi yıl içerisinde, gerek uluslararası politika ve diplomasi alanında
gerek bu alana ait akademik çalışmalarda en çok kullanılan terimlerin başında
gelmektedir. Bu özelliğine rağmen, küreselleşmenin genel kabul gören bir tanımı
bulunmamakta, bu kavram birbirinden farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanılmaktadır.
Örneğin, literatürde küreselleşmenin, uluslararasılaşma, evrenselleşme, liberalizasyon,
Batılılaşma, karşılıklı bağımlılık, modernizasyon gibi çeşitli terimlerle
eşanlamlı olarak kullanıldığı görülebilmektedir.
Buna ilaveten, günümüzde yaygın bir şekilde görüldüğü üzere, küreselleşme kavramı,
hemen her olayla ilintilendirilmekte, neden-sonuç ilişkisi içerisinde temel etken
olarak yansıtılmakta ve bu geniş kullanımdan ötürü, esas itibariyle ne olduğu anlaşılamayan
bir “klişe” haline gelmektedir.
Dolayısıyla, bu çalışmanın amacı küreselleşme kavramına açıklık getirmek ve ülkemizi
de ilgilendiren boyutları hakkında genel mahiyette bilgi sunmaktır.
1. KÜRESELLEŞMENİN TANIMI
İşbu çalışma bağlamında küreselleşme, en basit anlamda, yerkürenin farklı bölgelerinde
yaşayan insan, toplum ve devletler arasındaki iletişim ve etkileşim derecesinin
“karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak tanımlanabilir.
Küreselleşme, yerel-evrensel spektrumunda her iki yöne doğru ilerleyen bir süreci
tarif etmekte, statik bir yapıdan ziyade son derece dinamik ve değişken bir kavrama
işaret etmektedir. Küreselleşme, her geçen gün dünyanın farklı alanlarını nüfuzu altına
almaya devam etmekte ve bu sayede bünyesine kattığı yeni açılım ve devinimler ile
mevcut yapısını sürekli bir biçimde uyarlamaktadır.
1945-50 sonrası dönemde ve özellikle 1980 sonrasında ise küreselleşme büyük bir
ivme kazanarak benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durumun türlü nedenleri
mevcuttur. Ekonomik anlamda, uluslararası ticaret hacmi ve uluslararası sermaye
akımlarının hızı daha önceden eşi görülmemiş seviyelere erişmiş, küresel üretim süreçleri
büyük bir dönüşüm yaşamıştır. Öte yandan, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası
dönemde böyle büyük bir savaşın bir kez daha yaşanmamasını teminen, siyasi küreselleşme
ivme kazanmıştır. Ayrıca, teknolojik anlamda, bu dönemde, yerkürenin hemen
her kesimini etkisi altına alan bir iletişim devrimi yaşanmıştır. Son olarak ve bilhassa
1980 sonrasında, küreselleşmenin çevresel, demografik ve kültürel boyutları da dünya
gündeminin ilk sıralarında yer almaya başlamıştır.
3. KÜRESELLEŞME KAVRAMININ BOYUTLARI
Yukarıda ifade edildiği üzere, küreselleşme, çok boyutlu bir kavram olup, tüm bu
boyutların karşılıklı etkileşimi sonucunda şekillenmektedir. Dolayısıyla, küreselleşme
olgusu tahlil edilirken, bu farklı boyutların dikkate alınması önem arzetmektedir.
3.1 Ekonomik Boyut
Ekonomik boyut, küreselleşmenin en önemli bileşenlerinden birini oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, çağdaş ekonomik küreselleşmenin özellikle üç alt bileşeni üzerinde durmak
isabetli olacaktır. Bunlardan ilki günümüz uluslararası ticaretinin kendine özgü
niteliklerine ilişkindir. Bu çerçevede bir örnek vermek gerekirse, II. Dünya Savaşı sonrası
dönemde, dünya Gayrisafi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) 6 kat artmışken, dünya ticari
eşya ihracatı 20 kat artmıştır. Ticari eşyanın yanında, benzer bir artış mamul mallar ve
hizmetler ihracatında da yaşanmıştır. Savaş sonrası dönemde dünya ticaretindeki bu
artışın temel nedenlerinin başında ticaretin önündeki vergi, tarife ve kısıtlamaların hızlı
bir şekilde düşürülmüş olması ve sözkonusu dönemde gelişmiş ülkelerin yanısıra gelişmekte
olan ülkelerin de dünya ticareti içerisinde önemli bir rol üstlenmeleri gelmektedir.
Çağdaş ekonomik küreselleşmenin ikinci bileşeni ise küresel mali piyasaların ve
küresel sermaye akımlarının günümüzde sahip olduğu benzersiz hacim, derinlik ve
çeşitlilikle ilgilidir. Günümüz küresel ekonomisinin yürütülmesinde, uluslararası bankacılık
ile uluslararası döviz, tahvil ve bono piyasaları büyük bir role sahip bulunmaktadır.
Örneğin, günümüzde, dünya ölçeğinde bir günlük döviz işlem hacmi 1,5 trilyon
28 Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
ABD Doları civarındadır. Öte yandan, özellikle “türev araçları” olarak nitelendirilen
enstrümanlar sayesinde, küresel alanda kullanılan mali araçlar son derece çeşitlenmiş
bulunmaktadır.
Küreselleşmenin ekonomik boyutu çerçevesinde son olarak küresel üretimdeki radikal
dönüşüme değinmek gerekmektedir. Günümüzde, geleneksel ulus-devlet temelindeki
yapının aksine, üretim faaliyetleri küresel çerçevede yerine getirilmekte, üretimin
farklı aşamaları farklı coğrafyalarda sonuçlandırılmaktadır. Bu süreçte, en önemli birim
çokuluslu şirketler olarak ortaya çıkmakta, bu şirketler portföy yatırımlarından doğrudan
yabancı yatırımlara, uluslararası mal ve hizmet ticaretinden turizme kadar birçok
ekonomik alanda faaliyet göstermektedirler. Öte yandan, “yeni ekonomi” ve “postendüstriyel
üretim” gibi kavramlarla da tanımlandığı üzere, günümüzdeki üretim sürecinin
en önemli özelliği, mal üretiminden ziyade hizmet üretimine ağırlık vermesi ve
bu itibarla en önemli üretim faktörünün nitelikli insan kaynağına dönüşmüş olmasıdır.
3.2 Siyasi/Güvenlik Boyutu
siyasi küreselleşme, esas itibariyle, günümüz dünyasında siyasi güç, otorite ve
yönetim biçimlerindeki yapısal dönüşüm olarak tanımlanabilir. Günümüzde, nüfuz
alanını tüm dünya olarak kabul eden “küresel siyaset” anlayışının giderek güçlendiği
görülmektedir. Bu durum, geleneksel siyaset anlayışından farklı bir yapıyı yansıtmakta,
küreselleşmenin yukarıda değinilen çok aktörlü yapısına işaret etmektedir. Bir başka
deyişle, “küresel siyaset”, sözkonusu yapının dört temel aktörü olan ulus devlet,
devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının karşılıklı etkileşimi
sonucunda şekillenmektedir. Ulus devlet, bu süreçte temel birim olarak faaliyet
göstermeye devam etmekte, ancak yetki ve manevra alanları belirli ölçülerde kısıtlanmaktadır.
Literatürde, bu yeni yapıyı betimlemek üzere “küresel yönetişim” (global
governance) kavramı kullanılmaktadır.
Yukarıda “küresel siyaset” ve “küresel yönetişim” adı altında ifade edilmiş olan yeni
siyaset anlayışı ve yapısının en önemli özelliklerinden biri geleneksel iç/dış politika
ayrımının giderek daha geçersiz bir hale gelmesidir. Bu durum, belki de en açık olarak
güvenlik alanında görülmektedir. Güvenlik kavramı, tarihsel olarak ulus-devlet temelinde
tanımlanmıştır. Ancak, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde, güvenlik sorunlarına
ulus-devlet temelinde yaklaşılamayacağı kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bu durumun
temel nedenleri arasında günümüzde, yüksek askeri teknoloji ve nükleer silahlara sahip ülkelerin sayısının hızla artması; terörist faaliyetlerin eskiden olduğu gibi belirli
bir coğrafi bölgeden kaynaklanmaktan ziyade küresel ölçekte icra edilmesi; “kimlik”
sorununun temel bir çatışma nedeni haline gelmesi; kötü yönetişimin devletlerin iflasına
yol açarak küresel güvenliğe zarar vermesi; sınıraşan organize suç, insan ticareti,
yasadışı göç, uyuşturucu ticareti, karapara aklama, yasadışı paranın uluslararası tedavülü
gibi geleneksel olmayan risk ve tehditlerin yaygınlaşması gibi unsurlar sayılabilir.
Güvenlik sorununun çözümüne ulus-devlet temelli yaklaşımların artık geçersiz
olduğu en açık ve trajik şekilde 11 Eylül olayları ile ortaya çıkmıştır. Dünyanın askeri
bakımdan tek süper gücü olan ve benzeri olmayan yüksek güvenlik teknolojilerine
sahip bulunan ABD, kendi toprakları üzerinde düzenlenen bu terörist faaliyeti engelleyememiştir.
Bu bağlamda üzerinde durulması gereken diğer bir husus da küreselleşme sürecinin,
özellikle yüksek iletişim teknolojileri vasıtasıyla, paradoksal bir biçimde küresel terörizme
türlü kolaylıklar sağlamakta olduğu gerçeğidir. Günümüzde terörist oluşumlar,
faaliyetlerinin gerek planlanması gerekse icra edilme aşamalarında Internet’ten, çeşitli
bilgisayar sistemlerinden, multimedya aygıtlarından faydalanmakta, uluslararası alanda
çok daha hızlı bir biçimde hareket edebilmekte ve Kitle İmha Silahları edinme arayışına
girebilmektedir.
3.3 Teknolojik/İletişimsel Boyut
Çağdaş küreselleşmenin en önemli tetikleyicilerinden biri de özellikle son dönemde
artan bir hızla gelişen iletişim devrimine ilişkindir. Literatürde, “üçüncü sanayi devrimi”
olarak da adlandırılan bu devrimin özellikleri arasında veri iletiminde mikroişlemciden
ve uydu teknolojilerinden faydalanılması, bilginin saklanması, depolanması,
işlenmesi ve iletilmesinde dijital ortamlardan yararlanılması ve iletişim araçlarının üretim
ve kullanım maliyetlerindeki radikal düşüş seyri sıralanabilir.
Yukarıda belirtilen hususlara ilişkin birkaç çarpıcı istatistiksel bilgi şu şekildedir: 1
milyon megabitlik bir veri, 1970 yılında Boston’dan Los Angeles’a 150 bin ABD
Doları civarında bir maliyet karşılığında ulaştırılırken, aynı işlemin bugünkü maliyeti
12 cent civarındadır. New York’dan Londra’ya üç dakikalık bir telefon görüşmesinin
1930 yılındaki maliyeti 300 dolar iken, bugün 20 cent civarındadır. 1993 yılında dünya
genelinde yalnızca 50 internet sitesi bulunurken, bundan sadece sekiz yıl sonra, 2001
yılında bu rakam 350 milyona ulaşmıştır.
30 Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
3.4 Çevresel/Demografik Boyut
Çevre konusu, özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren küreselleşmeyle birlikte
anılan en önemli konulardan biri haline gelmiştir. Küresel ısınma, hava kirliliği,
nükleer ve kimyasal atıklar, kuraklık ve sel felaketleri, biyo-çeşitlilik ve türlerin yok
oluşuna ilişkin sorunlar, asit yağmurları, deniz, göl ve akarsu kirliliği gibi problemler
küreselleşme süreci ile ilintilidir.
Bu sorunların temel özelliği belirli bir yer ya da bölgeyi ilgilendirmekten ziyade
küresel ölçekte sonuçlar doğurmalarıdır. Bu itibarla, bu sorunların çözümü için ulusdevlet
ötesi bir çaba gerekmekte, küresel düzeyde bir bilinçlenme sonucunda oluşacak
bir uluslararası dayanışma ve işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır.
Öte yandan, küreselleşmenin çevre boyutu, yerkürenin demografik durumuyla da
yakından ilintilidir. Dünya nüfusunun artışı, en azından bazı bölgelerde, mevcut kaynakların
kıtlaşması anlamına gelmektedir. Günümüzde 6,3 milyar civarında olan dünya
nüfusunun 2050’de 9,4 milyara ulaşacağı ve bu artışın %95’inden fazlasının gelişmekte
olan ülkelerde yaşanacağı dikkate alındığında, bölgesel düzeyde başlasa da küresel
etki yaratabilecek açlık, kıtlık, kuraklık, kirlilik ve göç gibi çevresel sorunlar ciddiyet
arzetmektedir.
3.5 Kültürel Boyut
Kültürü genel anlamda bir topluma özgü maddi ve manevi değerler bütünü olarak
alırsak, bu çalışmanın başında yapılmış olan tanım ışığında küreselleşmenin kültür
üzerinde önemli etkiler doğuracağını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Özellikle iletişim devrimin bir sonucu olarak, günümüzde, tüm dünya genelinde
bireyler ve toplumlar arasındaki etkileşim oldukça ileri bir seviyede bulunmaktadır. Bu
sayede, sözkonusu bireyler ve toplumlar arasında daha önceden birbirlerine yabancı
gelen yaşam tarzları temelinde ortak bir payda oluşmakta, farklı zevkler, ilgi alanları
gibi konularda belirli bir ahenk, hatta yeknesaklık sağlanmaktadır. Bir anlamda, global
bir kültür ve birikim ortaya çıkmaktadır.
Ancak, bu noktada unutulmaması gereken husus küreselleşme dinamiklerinin zaman
zaman anılan kültürlerarası ahenkten ziyade farklılaşma ve ayrışmayı da tetikleyebilmesi,
öte yandan kültürel etkileşimin çift yönlü bir biçimde seyrederek “küreselin”
“yerele” ulaşması kadar, “yerelin” de “küresele” ulaşmasının sözkonusu olmasıdır.
4. KÜRESELLEŞMEYE TEMEL YAKLAŞIMLAR
Literatürde küreselleşme kavramına yönelik olarak iki farklı temel yaklaşım görülmektedir.
Bunlar gelenekçi (şüpheci) ve aşırı küreselleşmeci (hiper-liberal) yaklaşımlardır.
4.1 Gelenekçiler
Gelenekçilerin küreselleşme konusundaki ideolojik altyapısını uluslararası ilişkiler
teorisinin gerçekçi ekolü oluşturmaktadır. Bilindiği üzere, gerçekçiler uluslararası ilişkilerin
anarşik bir yapısı olduğuna inanmakta ve bu yapı içerisinde yürütülen uluslararası
politikayı salt ulus-devletler arasındaki güç ve çıkar mücadelesinden ibaret görmektedirler.
Başka bir deyişle, uluslararası sistemin tek ve birincil gücü ulus-devlettir
ve sistemdeki diğer tüm aktörler ulus-devletlerin amaçlarını gerçekleştirmesi için kullandıkları
ikincil seviyede araçları oluşturmaktadırlar.
Küreselleşme kavramına yukarıda ifade olunan realist perspektiften bakan gelenekçiler,
tahmin edildiği üzere, küreselleşme sürecinin ulus-devlet temelli sistemi değiştirmediğini,
devletin iç ve dış hükümranlığını zayıflatmadığını, uluslararası politikada
güç dengesi ya da kuvvet kullanımı gibi realist politikaların işlerliğini engellemediğini
iddia etmektedirler. Sonuç itibariyle, gelenekçiler, diğer tüm ulus-devlet dışı aktörlere
biçtikleri role benzer bir biçimde, küreselleşmenin ulus-devletler tarafından kendi güç
ve çıkarlarının ilerletilmesi ve derinleştirilmesi için bir araç olarak kullanıldığını düşünmektedirler.
Bunun yanında, gelenekçiler, ekonomik alanda içe kapanık, korumacı ve otarşik bir
yapıyı tercih edebilmekte, küreselleşme dinamiklerinin bu yapıyı değiştirmediğini
savunmaktadırlar. Gelenekçi görüş, küresel ekonomik entegrasyonun iddia edildiğinin
aksine tüm dünya geneline yayılmış bulunmadığını, esas ekonomik aktivitenin Kuzey
Amerika, Avrupa ve Japonya temelinde yürütüldüğünü ve küresel ekonomik düzenin
adıgeçen üç blok tarafından oluşturulduğunu belirtmektedir.
4.2 Aşırı Küreselleşmeciler
Gerçekçilik-gelenekçiler ilişkisinin bir benzeri liberalizm ile aşırı küreselleşmeciler
arasında bulunmaktadır. Aşırı küreselleşmeciler, görüşlerini, büyük ölçüde liberal ve de
özellikle 1980 sonrasında oluşan neo-liberal fikirlere dayandırmaktadırlar. Bu çerçevede, serbest piyasa ekonomisinin mikro anlamda bireyin faydasını ve makro anlamda
ekonominin genel dengesini sağlayacağını, piyasaların kendiliğinden denge düzeyine
gelebileceğini ve bu nedenle devletin ekonomik alana müdahale etmemesi gerektiğini
savunmakta, bu çerçevede ekonomik liberalizasyon, deregülasyon ve özelleştirme faaliyetlerinin
sonuna kadar uygulanması gerektiğine inanmaktadırlar.
Yukarıda ifade edilen görüşler ışığında, aşırı küreselleşmeciler, küreselleşme sürecini
sonuna kadar desteklemekte ve bu sürecin dünya ölçeğinde daha da derinleştirilmesi
ve yaygınlaştırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu görüşe göre, günümüzde ulusdevletler
siyasi otoritenin hakimiyetini kaybetmiş ve ulus-devlet temelinde kurulmuş
olan uluslararası sistem anakronistik bir yapıya dönüşmüştür. Bu nedenle, küresel olarak
entegre olan piyasalar, ulus-devletin ekonomik işlevlerini devralmaktadırlar.
Aşırı küreselleşmeci görüşe göre artık, temel güç ve otorite kaynağı küresel sermayenin
elindedir. Küresel sermayenin temel güdüsü kardır. Teknolojik ilerlemeler ve
iletişim devriminin avantajlarından faydalanan küresel sermaye, ulus-devletin sınırlarını
hiçe sayarak, karını maksimize etme amacıyla tüm yerküreyi nüfuz alanı olarak
görmektedir.
5. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE
Küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkileri incelenmeye başlandığında, ilk
göze çarpan husus, Türkiye’nin küreselleşmenin yukarıda bahsedilen tüm boyutlarından
dünyadaki birçok ülkeye kıyasla, oldukça yüksek bir düzeyde etkilenmekte olduğudur.
Bu durumun temel bir nedeni, Türkiye’nin jeo-stratejik konumundan kaynaklanmaktadır.
Türkiye, Batı’yla Doğu’nun, Kuzey’le Güney’in buluştuğu bir noktada,
Avrasya’nın merkezinde yer almakta olup, küreselleşmenin etkilerine geniş oranda açık
durumdadır. Türkiye’nin küreselleşme sürecinden büyük ölçüde etkilenmekte olmasının
diğer bir nedeni de coğrafyasında barındırdığı insan topluluğunun özelliğine ilişkindir.
Türkiye, sahip olduğu özel coğrafi konumu ve köklü tarihi nedeniyle kültürler ve
medeniyetlerarası diyaloğa ev sahipliği yapan bir ülke konumundadır. Esasen farklı
insan toplulukları arasındaki ilişki ve etkileşimlerin radikal bir şekilde artışı olarak
tanımlanan küreselleşmenin, bu özelliği haiz bir ülkeye büyük ölçülerde etki yapması
kaçınılmazdır.
Küreselleşmenin Türkiye üzerindeki etkilerini, küreselleşmenin mevcut tüm boyutları
çerçevesinde gözlemlemek mümkündür. Örneğin, ekonomik küreselleşmenin Uluslararası
dinamiklerine uyum sağlamak ve dünya ekonomisi ile bütünleşebilmek amacıyla Türkiye
ekonomisi, 1980 sonrasında köklü bir yapısal değişim geçirmiştir. Bu dönemde, korumacı
ve ithal ikameci ekonomik yapı, yerini serbest pazar ve ihracat teşviklerine dayanan,
dış ticaretin, kurun, faizin ve sermaye hesabının serbestleştirilmiş olduğu bir
yapıya terk etmiştir.
Benzer şekilde, mevcut siyasi küreselleşme trendleri çerçevesinde, Türkiye, özellikle
son dönemde demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kadının statüsü
gibi konuların yanında şeffaflık, hesap verebilirlik gibi temel yönetişim ilkelerinin yerleştirilmesi
ve uygulanması çerçevesinde büyük mesafe katetmiştir. Tabiatıyla, bu
süreçte, Türk halkının kalkınma çabalarını evrensel değerler zemininde yürütme iradesi
de etkili olmaktadır.
Öte yandan, küreselleşmenin güvenlik boyutu, Türkiye’yi uluslararası terörizmle
mücadele, silahların kontrolü ve silahsızlanma, yasadışı göç, insan ticareti, organize
suç, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti ve karaparayla mücadele gibi konularla çok daha
kapsamlı ve derin bir şekilde ilgilenmeye zorlamakta, bu konularda bölgesel ve uluslararası
işbirliğinde öncü rol almaya yöneltmektedir.
Küreselleşmenin çevresel/demografik boyutu da Türkiye üzerinde türlü etkilerde
bulunmaktadır. Örneğin, çevre dostu üretim ve tüketim, Türkiye’de giderek artan bir
şekilde dikkate alınmaya başlanmıştır. Benzer şekilde, küreselleşmenin demografik
boyutunun etkisiyle, ülke genelindeki nüfus artış hızının düşme eğilimine girdiği gözlenmektedir.
Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutundan da yaygın bir biçimde
etkilendiği, bu bağlamda, Türk toplumunun beğeni ve ilgi alanlarının, özellikle son
yıllarda, ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiği söylenebilir. Ancak, bu, küresel
düzeyde tanınan kültürel ve üretim biçimlerinin Türkiye’de yer etmesi kadar, Türk
kültür öğelerinin uluslararası tanınırlığının da artması şeklinde gerçekleşmektedir.
Yukarıda değinilen tüm hususlar, küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkilerine
ilişkindir. Bu çerçevede, son olarak değinilmesinde yarar görülen konu ise
Türkiye’nin küreselleşme sürecinin olumlu yönde ilerleyebilmesi için ne ölçüde katkıda
bulunabileceğidir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin de belirli ölçülerde küreselleşme
sürecine etki etme kapasitesi bulunmaktadır. Bunun temel nedeni, bu çalışmanın ilk
34 Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
bölümünde ifade edildiği üzere, küreselleşme sürecinin tek yönlü olarak ilerlememesi,
son derece dinamik bir süreci içermesi ve karşılaştığı yeni unsurları bünyesine katarak
sürekli biçimde sentezlenen bir yapısı olmasıdır.
Bu çerçeveden baktığımızda, Türkiye’nin, jeo-stratejik konumu itibariyle küreselleşmenin
siyasi/güvenlik boyutu çerçevesinde önemli bir role sahip olduğu görülmektedir.
Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Doğu, Akdeniz ve Orta Asya ile
Avrupa’nın doğal kesişim noktasında bir istikrar unsuru olması itibariyle öncelikle
bölgesel, sonrasında uluslararası istikrarın sağlanmasında önemli bir rol almakta, bu
itibarla küreselleşmenin siyasi/güvenlik boyutuna olumlu yönde katkıda bulunmaktadır.
Türkiye’nin 17 Ekim 2008 tarihinde BM Genel Kurulunda yapılan oylama neticesinde
2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyelik adaylığına seçilmesi,
bu çerçeveden bakınca daha anlamlı bir hale gelmektedir.
Türkiye’nin bu kendine özgü jeo-stratejik konumu, ekonomi alanında da önemli
sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu durum, kendini özellikle enerji alanında göstermektedir.
Dünyanın enerji kaynakları bakımından en zengin olduğu bölgelere komşu
olan Türkiye, petrol ve doğalgaz rezervlerinin Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda
iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. Türkiye’nin
katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu
kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır.
Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutuna yapabileceği katkı üzerinde
durulması uygun olacaktır. Kendine özgü tarihi ve kültürel yapısı ile Türkiye,
medeniyetlerarası uyumun en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Türkiye,
tüm dünyaya, kültürel çeşitliliğin bir tehditten ziyade bir zenginlik olduğunu göstermeye
çalışmakta, kültürler arasındaki yanlış algılama, önyargı ve kutuplaşmaların önlenmesi
için her türlü platformda aktif çaba sarfetmektedir. Anılan çabalar, küreselleşmenin
kültürel boyutunun olumlu bir yönde ilerlemesi için önemli bir katkı olarak algılanmalıdır.
Bu çerçevede, 2005 yılında Türkiye ve İspanya’nın eş-sunuculuğunda hayata
geçirilmiş olan Medeniyetler İttifakı girişimi, bu katkının en somut örneklerinden birini
oluşturmaktadır.
.
Fırat BAYAR*
_____________________________
GİRİŞ
Küreselleşme, son yirmi yıl içerisinde, gerek uluslararası politika ve diplomasi alanında
gerek bu alana ait akademik çalışmalarda en çok kullanılan terimlerin başında
gelmektedir. Bu özelliğine rağmen, küreselleşmenin genel kabul gören bir tanımı
bulunmamakta, bu kavram birbirinden farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanılmaktadır.
Örneğin, literatürde küreselleşmenin, uluslararasılaşma, evrenselleşme, liberalizasyon,
Batılılaşma, karşılıklı bağımlılık, modernizasyon gibi çeşitli terimlerle
eşanlamlı olarak kullanıldığı görülebilmektedir.
Buna ilaveten, günümüzde yaygın bir şekilde görüldüğü üzere, küreselleşme kavramı,
hemen her olayla ilintilendirilmekte, neden-sonuç ilişkisi içerisinde temel etken
olarak yansıtılmakta ve bu geniş kullanımdan ötürü, esas itibariyle ne olduğu anlaşılamayan
bir “klişe” haline gelmektedir.
Dolayısıyla, bu çalışmanın amacı küreselleşme kavramına açıklık getirmek ve ülkemizi
de ilgilendiren boyutları hakkında genel mahiyette bilgi sunmaktır.
1. KÜRESELLEŞMENİN TANIMI
İşbu çalışma bağlamında küreselleşme, en basit anlamda, yerkürenin farklı bölgelerinde
yaşayan insan, toplum ve devletler arasındaki iletişim ve etkileşim derecesinin
“karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak tanımlanabilir.
Küreselleşme, yerel-evrensel spektrumunda her iki yöne doğru ilerleyen bir süreci
tarif etmekte, statik bir yapıdan ziyade son derece dinamik ve değişken bir kavrama
işaret etmektedir. Küreselleşme, her geçen gün dünyanın farklı alanlarını nüfuzu altına
almaya devam etmekte ve bu sayede bünyesine kattığı yeni açılım ve devinimler ile
mevcut yapısını sürekli bir biçimde uyarlamaktadır.
1945-50 sonrası dönemde ve özellikle 1980 sonrasında ise küreselleşme büyük bir
ivme kazanarak benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durumun türlü nedenleri
mevcuttur. Ekonomik anlamda, uluslararası ticaret hacmi ve uluslararası sermaye
akımlarının hızı daha önceden eşi görülmemiş seviyelere erişmiş, küresel üretim süreçleri
büyük bir dönüşüm yaşamıştır. Öte yandan, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası
dönemde böyle büyük bir savaşın bir kez daha yaşanmamasını teminen, siyasi küreselleşme
ivme kazanmıştır. Ayrıca, teknolojik anlamda, bu dönemde, yerkürenin hemen
her kesimini etkisi altına alan bir iletişim devrimi yaşanmıştır. Son olarak ve bilhassa
1980 sonrasında, küreselleşmenin çevresel, demografik ve kültürel boyutları da dünya
gündeminin ilk sıralarında yer almaya başlamıştır.
3. KÜRESELLEŞME KAVRAMININ BOYUTLARI
Yukarıda ifade edildiği üzere, küreselleşme, çok boyutlu bir kavram olup, tüm bu
boyutların karşılıklı etkileşimi sonucunda şekillenmektedir. Dolayısıyla, küreselleşme
olgusu tahlil edilirken, bu farklı boyutların dikkate alınması önem arzetmektedir.
3.1 Ekonomik Boyut
Ekonomik boyut, küreselleşmenin en önemli bileşenlerinden birini oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, çağdaş ekonomik küreselleşmenin özellikle üç alt bileşeni üzerinde durmak
isabetli olacaktır. Bunlardan ilki günümüz uluslararası ticaretinin kendine özgü
niteliklerine ilişkindir. Bu çerçevede bir örnek vermek gerekirse, II. Dünya Savaşı sonrası
dönemde, dünya Gayrisafi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) 6 kat artmışken, dünya ticari
eşya ihracatı 20 kat artmıştır. Ticari eşyanın yanında, benzer bir artış mamul mallar ve
hizmetler ihracatında da yaşanmıştır. Savaş sonrası dönemde dünya ticaretindeki bu
artışın temel nedenlerinin başında ticaretin önündeki vergi, tarife ve kısıtlamaların hızlı
bir şekilde düşürülmüş olması ve sözkonusu dönemde gelişmiş ülkelerin yanısıra gelişmekte
olan ülkelerin de dünya ticareti içerisinde önemli bir rol üstlenmeleri gelmektedir.
Çağdaş ekonomik küreselleşmenin ikinci bileşeni ise küresel mali piyasaların ve
küresel sermaye akımlarının günümüzde sahip olduğu benzersiz hacim, derinlik ve
çeşitlilikle ilgilidir. Günümüz küresel ekonomisinin yürütülmesinde, uluslararası bankacılık
ile uluslararası döviz, tahvil ve bono piyasaları büyük bir role sahip bulunmaktadır.
Örneğin, günümüzde, dünya ölçeğinde bir günlük döviz işlem hacmi 1,5 trilyon
28 Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
ABD Doları civarındadır. Öte yandan, özellikle “türev araçları” olarak nitelendirilen
enstrümanlar sayesinde, küresel alanda kullanılan mali araçlar son derece çeşitlenmiş
bulunmaktadır.
Küreselleşmenin ekonomik boyutu çerçevesinde son olarak küresel üretimdeki radikal
dönüşüme değinmek gerekmektedir. Günümüzde, geleneksel ulus-devlet temelindeki
yapının aksine, üretim faaliyetleri küresel çerçevede yerine getirilmekte, üretimin
farklı aşamaları farklı coğrafyalarda sonuçlandırılmaktadır. Bu süreçte, en önemli birim
çokuluslu şirketler olarak ortaya çıkmakta, bu şirketler portföy yatırımlarından doğrudan
yabancı yatırımlara, uluslararası mal ve hizmet ticaretinden turizme kadar birçok
ekonomik alanda faaliyet göstermektedirler. Öte yandan, “yeni ekonomi” ve “postendüstriyel
üretim” gibi kavramlarla da tanımlandığı üzere, günümüzdeki üretim sürecinin
en önemli özelliği, mal üretiminden ziyade hizmet üretimine ağırlık vermesi ve
bu itibarla en önemli üretim faktörünün nitelikli insan kaynağına dönüşmüş olmasıdır.
3.2 Siyasi/Güvenlik Boyutu
siyasi küreselleşme, esas itibariyle, günümüz dünyasında siyasi güç, otorite ve
yönetim biçimlerindeki yapısal dönüşüm olarak tanımlanabilir. Günümüzde, nüfuz
alanını tüm dünya olarak kabul eden “küresel siyaset” anlayışının giderek güçlendiği
görülmektedir. Bu durum, geleneksel siyaset anlayışından farklı bir yapıyı yansıtmakta,
küreselleşmenin yukarıda değinilen çok aktörlü yapısına işaret etmektedir. Bir başka
deyişle, “küresel siyaset”, sözkonusu yapının dört temel aktörü olan ulus devlet,
devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının karşılıklı etkileşimi
sonucunda şekillenmektedir. Ulus devlet, bu süreçte temel birim olarak faaliyet
göstermeye devam etmekte, ancak yetki ve manevra alanları belirli ölçülerde kısıtlanmaktadır.
Literatürde, bu yeni yapıyı betimlemek üzere “küresel yönetişim” (global
governance) kavramı kullanılmaktadır.
Yukarıda “küresel siyaset” ve “küresel yönetişim” adı altında ifade edilmiş olan yeni
siyaset anlayışı ve yapısının en önemli özelliklerinden biri geleneksel iç/dış politika
ayrımının giderek daha geçersiz bir hale gelmesidir. Bu durum, belki de en açık olarak
güvenlik alanında görülmektedir. Güvenlik kavramı, tarihsel olarak ulus-devlet temelinde
tanımlanmıştır. Ancak, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde, güvenlik sorunlarına
ulus-devlet temelinde yaklaşılamayacağı kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bu durumun
temel nedenleri arasında günümüzde, yüksek askeri teknoloji ve nükleer silahlara sahip ülkelerin sayısının hızla artması; terörist faaliyetlerin eskiden olduğu gibi belirli
bir coğrafi bölgeden kaynaklanmaktan ziyade küresel ölçekte icra edilmesi; “kimlik”
sorununun temel bir çatışma nedeni haline gelmesi; kötü yönetişimin devletlerin iflasına
yol açarak küresel güvenliğe zarar vermesi; sınıraşan organize suç, insan ticareti,
yasadışı göç, uyuşturucu ticareti, karapara aklama, yasadışı paranın uluslararası tedavülü
gibi geleneksel olmayan risk ve tehditlerin yaygınlaşması gibi unsurlar sayılabilir.
Güvenlik sorununun çözümüne ulus-devlet temelli yaklaşımların artık geçersiz
olduğu en açık ve trajik şekilde 11 Eylül olayları ile ortaya çıkmıştır. Dünyanın askeri
bakımdan tek süper gücü olan ve benzeri olmayan yüksek güvenlik teknolojilerine
sahip bulunan ABD, kendi toprakları üzerinde düzenlenen bu terörist faaliyeti engelleyememiştir.
Bu bağlamda üzerinde durulması gereken diğer bir husus da küreselleşme sürecinin,
özellikle yüksek iletişim teknolojileri vasıtasıyla, paradoksal bir biçimde küresel terörizme
türlü kolaylıklar sağlamakta olduğu gerçeğidir. Günümüzde terörist oluşumlar,
faaliyetlerinin gerek planlanması gerekse icra edilme aşamalarında Internet’ten, çeşitli
bilgisayar sistemlerinden, multimedya aygıtlarından faydalanmakta, uluslararası alanda
çok daha hızlı bir biçimde hareket edebilmekte ve Kitle İmha Silahları edinme arayışına
girebilmektedir.
3.3 Teknolojik/İletişimsel Boyut
Çağdaş küreselleşmenin en önemli tetikleyicilerinden biri de özellikle son dönemde
artan bir hızla gelişen iletişim devrimine ilişkindir. Literatürde, “üçüncü sanayi devrimi”
olarak da adlandırılan bu devrimin özellikleri arasında veri iletiminde mikroişlemciden
ve uydu teknolojilerinden faydalanılması, bilginin saklanması, depolanması,
işlenmesi ve iletilmesinde dijital ortamlardan yararlanılması ve iletişim araçlarının üretim
ve kullanım maliyetlerindeki radikal düşüş seyri sıralanabilir.
Yukarıda belirtilen hususlara ilişkin birkaç çarpıcı istatistiksel bilgi şu şekildedir: 1
milyon megabitlik bir veri, 1970 yılında Boston’dan Los Angeles’a 150 bin ABD
Doları civarında bir maliyet karşılığında ulaştırılırken, aynı işlemin bugünkü maliyeti
12 cent civarındadır. New York’dan Londra’ya üç dakikalık bir telefon görüşmesinin
1930 yılındaki maliyeti 300 dolar iken, bugün 20 cent civarındadır. 1993 yılında dünya
genelinde yalnızca 50 internet sitesi bulunurken, bundan sadece sekiz yıl sonra, 2001
yılında bu rakam 350 milyona ulaşmıştır.
30 Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
3.4 Çevresel/Demografik Boyut
Çevre konusu, özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren küreselleşmeyle birlikte
anılan en önemli konulardan biri haline gelmiştir. Küresel ısınma, hava kirliliği,
nükleer ve kimyasal atıklar, kuraklık ve sel felaketleri, biyo-çeşitlilik ve türlerin yok
oluşuna ilişkin sorunlar, asit yağmurları, deniz, göl ve akarsu kirliliği gibi problemler
küreselleşme süreci ile ilintilidir.
Bu sorunların temel özelliği belirli bir yer ya da bölgeyi ilgilendirmekten ziyade
küresel ölçekte sonuçlar doğurmalarıdır. Bu itibarla, bu sorunların çözümü için ulusdevlet
ötesi bir çaba gerekmekte, küresel düzeyde bir bilinçlenme sonucunda oluşacak
bir uluslararası dayanışma ve işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır.
Öte yandan, küreselleşmenin çevre boyutu, yerkürenin demografik durumuyla da
yakından ilintilidir. Dünya nüfusunun artışı, en azından bazı bölgelerde, mevcut kaynakların
kıtlaşması anlamına gelmektedir. Günümüzde 6,3 milyar civarında olan dünya
nüfusunun 2050’de 9,4 milyara ulaşacağı ve bu artışın %95’inden fazlasının gelişmekte
olan ülkelerde yaşanacağı dikkate alındığında, bölgesel düzeyde başlasa da küresel
etki yaratabilecek açlık, kıtlık, kuraklık, kirlilik ve göç gibi çevresel sorunlar ciddiyet
arzetmektedir.
3.5 Kültürel Boyut
Kültürü genel anlamda bir topluma özgü maddi ve manevi değerler bütünü olarak
alırsak, bu çalışmanın başında yapılmış olan tanım ışığında küreselleşmenin kültür
üzerinde önemli etkiler doğuracağını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Özellikle iletişim devrimin bir sonucu olarak, günümüzde, tüm dünya genelinde
bireyler ve toplumlar arasındaki etkileşim oldukça ileri bir seviyede bulunmaktadır. Bu
sayede, sözkonusu bireyler ve toplumlar arasında daha önceden birbirlerine yabancı
gelen yaşam tarzları temelinde ortak bir payda oluşmakta, farklı zevkler, ilgi alanları
gibi konularda belirli bir ahenk, hatta yeknesaklık sağlanmaktadır. Bir anlamda, global
bir kültür ve birikim ortaya çıkmaktadır.
Ancak, bu noktada unutulmaması gereken husus küreselleşme dinamiklerinin zaman
zaman anılan kültürlerarası ahenkten ziyade farklılaşma ve ayrışmayı da tetikleyebilmesi,
öte yandan kültürel etkileşimin çift yönlü bir biçimde seyrederek “küreselin”
“yerele” ulaşması kadar, “yerelin” de “küresele” ulaşmasının sözkonusu olmasıdır.
4. KÜRESELLEŞMEYE TEMEL YAKLAŞIMLAR
Literatürde küreselleşme kavramına yönelik olarak iki farklı temel yaklaşım görülmektedir.
Bunlar gelenekçi (şüpheci) ve aşırı küreselleşmeci (hiper-liberal) yaklaşımlardır.
4.1 Gelenekçiler
Gelenekçilerin küreselleşme konusundaki ideolojik altyapısını uluslararası ilişkiler
teorisinin gerçekçi ekolü oluşturmaktadır. Bilindiği üzere, gerçekçiler uluslararası ilişkilerin
anarşik bir yapısı olduğuna inanmakta ve bu yapı içerisinde yürütülen uluslararası
politikayı salt ulus-devletler arasındaki güç ve çıkar mücadelesinden ibaret görmektedirler.
Başka bir deyişle, uluslararası sistemin tek ve birincil gücü ulus-devlettir
ve sistemdeki diğer tüm aktörler ulus-devletlerin amaçlarını gerçekleştirmesi için kullandıkları
ikincil seviyede araçları oluşturmaktadırlar.
Küreselleşme kavramına yukarıda ifade olunan realist perspektiften bakan gelenekçiler,
tahmin edildiği üzere, küreselleşme sürecinin ulus-devlet temelli sistemi değiştirmediğini,
devletin iç ve dış hükümranlığını zayıflatmadığını, uluslararası politikada
güç dengesi ya da kuvvet kullanımı gibi realist politikaların işlerliğini engellemediğini
iddia etmektedirler. Sonuç itibariyle, gelenekçiler, diğer tüm ulus-devlet dışı aktörlere
biçtikleri role benzer bir biçimde, küreselleşmenin ulus-devletler tarafından kendi güç
ve çıkarlarının ilerletilmesi ve derinleştirilmesi için bir araç olarak kullanıldığını düşünmektedirler.
Bunun yanında, gelenekçiler, ekonomik alanda içe kapanık, korumacı ve otarşik bir
yapıyı tercih edebilmekte, küreselleşme dinamiklerinin bu yapıyı değiştirmediğini
savunmaktadırlar. Gelenekçi görüş, küresel ekonomik entegrasyonun iddia edildiğinin
aksine tüm dünya geneline yayılmış bulunmadığını, esas ekonomik aktivitenin Kuzey
Amerika, Avrupa ve Japonya temelinde yürütüldüğünü ve küresel ekonomik düzenin
adıgeçen üç blok tarafından oluşturulduğunu belirtmektedir.
4.2 Aşırı Küreselleşmeciler
Gerçekçilik-gelenekçiler ilişkisinin bir benzeri liberalizm ile aşırı küreselleşmeciler
arasında bulunmaktadır. Aşırı küreselleşmeciler, görüşlerini, büyük ölçüde liberal ve de
özellikle 1980 sonrasında oluşan neo-liberal fikirlere dayandırmaktadırlar. Bu çerçevede, serbest piyasa ekonomisinin mikro anlamda bireyin faydasını ve makro anlamda
ekonominin genel dengesini sağlayacağını, piyasaların kendiliğinden denge düzeyine
gelebileceğini ve bu nedenle devletin ekonomik alana müdahale etmemesi gerektiğini
savunmakta, bu çerçevede ekonomik liberalizasyon, deregülasyon ve özelleştirme faaliyetlerinin
sonuna kadar uygulanması gerektiğine inanmaktadırlar.
Yukarıda ifade edilen görüşler ışığında, aşırı küreselleşmeciler, küreselleşme sürecini
sonuna kadar desteklemekte ve bu sürecin dünya ölçeğinde daha da derinleştirilmesi
ve yaygınlaştırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu görüşe göre, günümüzde ulusdevletler
siyasi otoritenin hakimiyetini kaybetmiş ve ulus-devlet temelinde kurulmuş
olan uluslararası sistem anakronistik bir yapıya dönüşmüştür. Bu nedenle, küresel olarak
entegre olan piyasalar, ulus-devletin ekonomik işlevlerini devralmaktadırlar.
Aşırı küreselleşmeci görüşe göre artık, temel güç ve otorite kaynağı küresel sermayenin
elindedir. Küresel sermayenin temel güdüsü kardır. Teknolojik ilerlemeler ve
iletişim devriminin avantajlarından faydalanan küresel sermaye, ulus-devletin sınırlarını
hiçe sayarak, karını maksimize etme amacıyla tüm yerküreyi nüfuz alanı olarak
görmektedir.
5. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE
Küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkileri incelenmeye başlandığında, ilk
göze çarpan husus, Türkiye’nin küreselleşmenin yukarıda bahsedilen tüm boyutlarından
dünyadaki birçok ülkeye kıyasla, oldukça yüksek bir düzeyde etkilenmekte olduğudur.
Bu durumun temel bir nedeni, Türkiye’nin jeo-stratejik konumundan kaynaklanmaktadır.
Türkiye, Batı’yla Doğu’nun, Kuzey’le Güney’in buluştuğu bir noktada,
Avrasya’nın merkezinde yer almakta olup, küreselleşmenin etkilerine geniş oranda açık
durumdadır. Türkiye’nin küreselleşme sürecinden büyük ölçüde etkilenmekte olmasının
diğer bir nedeni de coğrafyasında barındırdığı insan topluluğunun özelliğine ilişkindir.
Türkiye, sahip olduğu özel coğrafi konumu ve köklü tarihi nedeniyle kültürler ve
medeniyetlerarası diyaloğa ev sahipliği yapan bir ülke konumundadır. Esasen farklı
insan toplulukları arasındaki ilişki ve etkileşimlerin radikal bir şekilde artışı olarak
tanımlanan küreselleşmenin, bu özelliği haiz bir ülkeye büyük ölçülerde etki yapması
kaçınılmazdır.
Küreselleşmenin Türkiye üzerindeki etkilerini, küreselleşmenin mevcut tüm boyutları
çerçevesinde gözlemlemek mümkündür. Örneğin, ekonomik küreselleşmenin Uluslararası
dinamiklerine uyum sağlamak ve dünya ekonomisi ile bütünleşebilmek amacıyla Türkiye
ekonomisi, 1980 sonrasında köklü bir yapısal değişim geçirmiştir. Bu dönemde, korumacı
ve ithal ikameci ekonomik yapı, yerini serbest pazar ve ihracat teşviklerine dayanan,
dış ticaretin, kurun, faizin ve sermaye hesabının serbestleştirilmiş olduğu bir
yapıya terk etmiştir.
Benzer şekilde, mevcut siyasi küreselleşme trendleri çerçevesinde, Türkiye, özellikle
son dönemde demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kadının statüsü
gibi konuların yanında şeffaflık, hesap verebilirlik gibi temel yönetişim ilkelerinin yerleştirilmesi
ve uygulanması çerçevesinde büyük mesafe katetmiştir. Tabiatıyla, bu
süreçte, Türk halkının kalkınma çabalarını evrensel değerler zemininde yürütme iradesi
de etkili olmaktadır.
Öte yandan, küreselleşmenin güvenlik boyutu, Türkiye’yi uluslararası terörizmle
mücadele, silahların kontrolü ve silahsızlanma, yasadışı göç, insan ticareti, organize
suç, yolsuzluk, uyuşturucu ticareti ve karaparayla mücadele gibi konularla çok daha
kapsamlı ve derin bir şekilde ilgilenmeye zorlamakta, bu konularda bölgesel ve uluslararası
işbirliğinde öncü rol almaya yöneltmektedir.
Küreselleşmenin çevresel/demografik boyutu da Türkiye üzerinde türlü etkilerde
bulunmaktadır. Örneğin, çevre dostu üretim ve tüketim, Türkiye’de giderek artan bir
şekilde dikkate alınmaya başlanmıştır. Benzer şekilde, küreselleşmenin demografik
boyutunun etkisiyle, ülke genelindeki nüfus artış hızının düşme eğilimine girdiği gözlenmektedir.
Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutundan da yaygın bir biçimde
etkilendiği, bu bağlamda, Türk toplumunun beğeni ve ilgi alanlarının, özellikle son
yıllarda, ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiği söylenebilir. Ancak, bu, küresel
düzeyde tanınan kültürel ve üretim biçimlerinin Türkiye’de yer etmesi kadar, Türk
kültür öğelerinin uluslararası tanınırlığının da artması şeklinde gerçekleşmektedir.
Yukarıda değinilen tüm hususlar, küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkilerine
ilişkindir. Bu çerçevede, son olarak değinilmesinde yarar görülen konu ise
Türkiye’nin küreselleşme sürecinin olumlu yönde ilerleyebilmesi için ne ölçüde katkıda
bulunabileceğidir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin de belirli ölçülerde küreselleşme
sürecine etki etme kapasitesi bulunmaktadır. Bunun temel nedeni, bu çalışmanın ilk
34 Uluslararası Ekonomik Sorunlar
Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye
bölümünde ifade edildiği üzere, küreselleşme sürecinin tek yönlü olarak ilerlememesi,
son derece dinamik bir süreci içermesi ve karşılaştığı yeni unsurları bünyesine katarak
sürekli biçimde sentezlenen bir yapısı olmasıdır.
Bu çerçeveden baktığımızda, Türkiye’nin, jeo-stratejik konumu itibariyle küreselleşmenin
siyasi/güvenlik boyutu çerçevesinde önemli bir role sahip olduğu görülmektedir.
Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Doğu, Akdeniz ve Orta Asya ile
Avrupa’nın doğal kesişim noktasında bir istikrar unsuru olması itibariyle öncelikle
bölgesel, sonrasında uluslararası istikrarın sağlanmasında önemli bir rol almakta, bu
itibarla küreselleşmenin siyasi/güvenlik boyutuna olumlu yönde katkıda bulunmaktadır.
Türkiye’nin 17 Ekim 2008 tarihinde BM Genel Kurulunda yapılan oylama neticesinde
2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyelik adaylığına seçilmesi,
bu çerçeveden bakınca daha anlamlı bir hale gelmektedir.
Türkiye’nin bu kendine özgü jeo-stratejik konumu, ekonomi alanında da önemli
sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu durum, kendini özellikle enerji alanında göstermektedir.
Dünyanın enerji kaynakları bakımından en zengin olduğu bölgelere komşu
olan Türkiye, petrol ve doğalgaz rezervlerinin Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda
iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. Türkiye’nin
katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu
kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır.
Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutuna yapabileceği katkı üzerinde
durulması uygun olacaktır. Kendine özgü tarihi ve kültürel yapısı ile Türkiye,
medeniyetlerarası uyumun en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Türkiye,
tüm dünyaya, kültürel çeşitliliğin bir tehditten ziyade bir zenginlik olduğunu göstermeye
çalışmakta, kültürler arasındaki yanlış algılama, önyargı ve kutuplaşmaların önlenmesi
için her türlü platformda aktif çaba sarfetmektedir. Anılan çabalar, küreselleşmenin
kültürel boyutunun olumlu bir yönde ilerlemesi için önemli bir katkı olarak algılanmalıdır.
Bu çerçevede, 2005 yılında Türkiye ve İspanya’nın eş-sunuculuğunda hayata
geçirilmiş olan Medeniyetler İttifakı girişimi, bu katkının en somut örneklerinden birini
oluşturmaktadır.
.
Yorumlar
Yorum Gönder